Biz S-400 aldık, F-35’ten kovulduk.
İsrail ise aynı uçakla adeta göğe mühür bastı.
Kod adı “Adir!” Türkçesi “Güçlü olan!”
F-35’in İsrail’e özel versiyonu.
Geçen hafta bunlardan 3’ü İsrail’e teslim edildi.
Adir’ler sadece savaş uçağı değil; birer mobil komuta merkezi.
Amerika’nın “sadık hizmetkarı” İngiltere bile F-35’in kaynak kodlarına erişemezken, İsrail’e bu kodlara erişim izni verildi Şimdi İsrail ne yapıyor biliyor musunuz?
Uçağın beynine doğrudan giriyor.
Yerli mühimmatını entegre ediyor.
Elektronik harp sistemlerini takıyor, çıkarıyor, değiştiriyor.
Motor bakımını da kendi topraklarında yapıyor.
İsterse tek tuşla gizliliği kaldırıyor, NATO frekansına bağlanıyor.
İsterse bir gecede “görünmez” moda geçiyor.
Yani?
İsrail F-35’e hükmediyor.
Biz ise hâlâ, hangarda kutusunu açamadığımız S-400’ün başında,
“Acaba bunu Şam’a yollarsak yeniden içeri alınır mıyız?” diye hesap yapıyoruz.
★★★
Bakın İsrail, bölgede yalnızca bir savaş yürütmüyor.
Bu savaşta ilkler yaşanıyor. İsrail, teknolojiyi silaha çeviriyor.
Ne yaptı? İnsanların ellerindeki telefonları ve telsizleri bile uzaktan patlatarak savaş açtı.
Ve sadece bu da olmadı.
Başka bir şeyi daha denedi: Yapay zekâyla savaşmayı…
Üstelik bu teknolojileri insanın hayatları üzerinde de test etti.
★★★
Mesela İsrail, aradığı bir Hamas komutanını bulmak için eski yöntemleri bırakıp bir ses analiz robotu (programı) kullandı. Yapay zekâ, adamın yaptığı telefon görüşmelerini dinleyip nereden konuştuğunu tahmin etti. Ardından o bölge bombalandı. Komutan öldü… Ama onunla birlikte 125 sivil de hayatını kaybetti.
★★★
Yapay zekâ yalnızca sesleri değil, yüzleri de tanıyor. İsrail, sokaklara yerleştirdiği kameralarla kalabalıkların içinden yüzlerce insanın yüzlerini taradı. Yapay zekâ “Bu kişi tehlikeli” diye uyarı verdi. O kişi gözaltına alındı.
Yüz binlerce kişinin sosyal medya paylaşımlarını da taradı. Kim, nerede, ne demiş? Yapay zekâ bunları süzüp İsrail ordusuna bilgi verdi. Yapay zekâ sadece Arapça metni anlamakla kalmıyor, Lübnan, Filistin, Ürdün gibi ülkelerin farklı lehçelerini bile ayırt edebiliyor. Hatta bazen, Arapça yazıya karışmış İngilizce kelimeleri bile tanıyıp anlam çıkarıyor.
★★★
Ve bunlar için özel birimler kuruldu.
İsrail ordusunun dijital savaş merkezi olan Unit 8200, savaş sırasında büyütüldü.
Bu birime sadece askerler değil, Amerika’da Google, Meta ve Microsoft gibi şirketlerde çalışan İsrailli mühendisler astronomik ücretlerle geri çağrıldı.
Birlikte “The Studio” adında gizli bir merkez kurdular.
Burada ses dinleyen, yüz tanıyan, hedef seçen yapay zekâ projeleri geliştirildi.
Kodlar yazıldı. Komutlar verildi. Bombalar düştü.
Yani savaş artık sadece tanklarla değil, bilgisayar ekranlarının başında, klavyelerin tuşlarıyla yürütülüyordu.
★★★
Ve tüm bunlar olurken TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş Ankara’da katıldığı bir teknoloji fuarında şöyle diyordu:
“Yapay zekâ, şeytani bir oyunun parçası olan ‘insansızlaştırma’ sürecinin bir aracı…”
Ben de soruyorum:
Türkiye dış politikada her yere horozlanırken, mangalda kül bırakmazken… Dijital savaşta, kafamıza robotlar bomba yağdırırsa bizi kim koruyacak, Sayın Başkan?
Siz Şeytanlaştırın… Korumayı da meleklerden beklersiniz!
Gizemin adı: Nakamoto
İngilizce kitap arıyorsanız, Benjamin Wallace’ın The Mysterious Mr. Nakamoto’su, dijital çağın en büyük bilmecesinin peşinden giden takıntılı bir gazetecinin hikâyesi. Wallace, 15 yıl boyunca Bitcoin’in hayalet yaratıcısı Satoshi Nakamoto’nun izini sürüyor. Oslo’dan Los Angeles’a, forumlardan mahkeme salonlarına uzanan bu arayış, yer yer polisiye, yer yer bilim kurgu tadında ilerliyor.
Ancak mesele sadece “Kim bu Nakamoto?” değil. Kitap, kripto ütopyasının nasıl dolandırıcılık mezarlığına dönüştüğünü de anlatıyor. Nakamoto ortada yok ama ardında bir inanç sistemi bıraktı. Wallace da bu inancın hem devrimini hem çöküşünü kayıt altına alıyor.